ŞU ‘BORÇ’ MESELESİNİ KONUŞALIM ARTIK

Paylaşın
E-posta ile takip edin
Facebook\\\\\\\\\\\\\\\
Twitter\\\\\\\\\\\\\\\
LinkedIn\\\\\\\\\\\\\\\
Google+\\\\\\\\\\\\\\\
http://www.serinadericiyan.com/2018/04/09/su-borc-meselesini-konusalim-artik/

Son dönemde yaşadığımız piyasa çalkantılarının, kurlardaki ve tahvil faizlerindeki yükselişin temel nedeni, ülkemize döviz getirmekten çekinen, hatta var olanı da götürmeye çalışan yabancı yatırımcılar. Zaten, sürekli cari açık (döviz açığı) veren bir ülke olarak, daimi bir döviz kıtlığı içindeyiz. Yabancılar da döviz getirmeyince, kur aldı başını gidiyor; malum, arz-talep dengesi(zliği).

Peki yabancı niye döviz getirmiyor? Öncelikle, küresel olarak likiditenin azaldığı bir dönemdeyiz. Amerika’da FED faiz arttırım sürecinde olduğu için, dolar ana vatanına geri dönüyor. Sadece bu yüzden değil elbette, bizden kaynaklanan güçlü sebepler de var. Sık kullanılan tabirle, ‘kırılganlığımız’ iyice artmış durumda. Ekonomimiz neden kırılgan? Enflasyonumuz çok yüksek, bir türlü düşmüyor; üstelik de, Venezuella’yı filan saymazsak, Dünya’nın hiçbir yerinde enflasyonun olmadığı bir dönemde. Cari açığımız da hızlı yükseliyor. Ekonomik sıkıntıların üstüne, siyasi ve jeopolitik riskleri de ekleyelim. Yani, iş, sadece birinin tetiği çekmesine kalmıştı; tetiği çeken Moody’s oldu, kredi notumuzu düşürerek.

İşte borç konusu da burada devreye giriyor. Çünkü yüksek dış borcumuz, kırılganlığımızı daha da arttırıyor. Kritik nokta, özellikle dışarıdan alınan borcun yüksek olması. Çünkü dış borç, döviz cinsinden olduğu için, döviz kıtlığını derinden hissettiğimiz bugünlerde iyice göze batıyor.

Borç deyince, ortalıkta uçuşan o kadar çok rakam var ki, keyfiniz nasıl istiyorsa, bu rakamları o şekilde kullanabilirsiniz; isterseniz çok şık sunarsınız, isterseniz yerin dibine geçirebilirsiniz. Ben elimden geldiğince, konunun hem şık tarafını hem de ürkütücü tarafını ortaya koymaya çalışacağım. Biraz fazla rakam kullanarak bunaltabilirim, affola…

Öncelikle, 30 Mart’ta açıklanan, 31.12.2017 itibariyle dış borç rakamlarıyla başlayalım. Toplam 453,2 milyar USD tutarındaki dış borcumuzun, borçlu bazında dağılımını aşağıdaki grafikte görüyoruz. Şunu belirtmeliyim ki, bu rakam içinde tüm dış borç var, her şey dahil, borçlu kim olursa olsun.

Gördüğümüz üzere, özel sektörün dış borcu, kamu dış borcunun iki katından fazla. Özel sektörün kendi içindeki dağılımı ise şöyle: Bankalar ve diğer finans kuruluşlarının dış borcu 160,1 milyar USD; reel sektörünki ise 156,2 miyar USD: hemen hemen eşit gibi. Kamu bankalarının dış borcunun, kamu borç rakamı içinde yer aldığını ve 41,3 milyar USD olduğunu belirtelim. Devletin dış borcu ise 93,5 milyar USD, yerel yönetimler dahil. (Kalan 1,4 milyar USD küsurat, KİT’lere ait.)

Şimdi gelelim dış borcun vadesine. 453 milyar USD’lik dış borcun 117,7 milyar USD’si kısa vadeli. Kısa vadenin tanımı, ‘vadesi 1 yıldan kısa’. Ama burada çok önemli bir ayrıntı var, yanılmaya pek müsait: kısa vade derken, borç ilk kullanıldığı zamanki vadesinden söz ediyoruz, yani orijinal vadeden. Halbuki, bir de, orijinal vadesi 1 yıldan uzun olup, artık vadesine 1 yıldan az kalmış olan borçlar var. Bunları da eklediğimizde, 31.12.2017 itibariyle toplam kısa vadeli dış borcumuz 177,5 milyar USD. (Bu verinin Ocak 2018 versiyonu da açıklanmış durumda ve ne yazık ki yükselmiş: 184,7 milyar USD.)

Bu kısa vade-uzun vade meselesi neden önemli? Bunu cevaplamak için TCMB döviz rezervleri konusuna bir dokunmak isterim. Hep tartışılır: döviz rezervlerimiz yeterli mi değil mi? Öncelikle, şunu açıklığa kavuşturalım: ben TCMB döviz rezervlerini ‘brüt’ rakam üzerinden değerlendirmeyi tercih ediyorum, konunun özü itibariyle doğrusunun da bu olduğunu düşünüyorum; Dünya’da da genellikle brüt rezervler dikkate alınıyor. Peki rezervlerimiz yeterli mi? Bu sorunun cevabı için neye bakmak uygun olur? Son yıllarda, uluslararası platformlarda, bir kriter var ki, döviz rezervlerinin yeterliliği en çok ona göre değerlendiriliyor. Nedir? Acaba, ülkenin merkez bankasının döviz rezervleri, o ülkenin kısa vadeli dış borcunu geri ödemeye yetiyor mu? Yetiyorsa, bu iyi bir gösterge. Bizim döviz rezervlerimiz ne kadar peki? Son açıklanan veriye göre, 30.03.2018 itibariyle brüt rezervler 84,7 milyar USD. (Bu rakama altın rezervleri dahil değil, altın rezervimiz de 25,3 milyar USD.) Brüt döviz rezervimiz, 2017 yıl sonu itibariyle de 84,1 milyar USD idi.

Rezerv rakamını, yukarıdaki kısa vadeli dış borç rakamlarıyla karşılaştırınca, hangi kısa vadeli dış borç rakamına bakarsak bakalım, ister 117 ister 177 milyar USD olan, rezervlerimiz bunları karşılamaya yetmiyor; hem de öyle az buz bir fark değil aradaki. İşte bu fark da, yabancı yatırımcıların bizi ‘kırılgan’ olarak nitelemelerine önemli katkıda bulunuyor ne yazık ki.

Şimdi dış borçtaki kamu-özel ayırımına bir kez daha gelelim. Önce, kamunun dış borcunun son 15 yılda nereden nereye geldiğine bakalım. Merkezi yönetim dış borç stoku (yerel yönetimler ve kamu bankaları hariç) 2002 sonunda 56,8 milyar USD idi; 2017 sonunda 90,2 milyar USD. Biliyoruz ki, ekonomide mutlak değer rakam göstergeleri daha doğru analiz edebilmek için, rakamın GSYH’ye oranına da bakmamız lazım. Bakalım: 2002’deki 56,8 milyar USD’lik dış borç, GSYH’nin %24’üne karşılık geliyorken, 2017 sonundaki dış borç rakamı, GSYH’nin %10,6’sına tekabül ediyor.

Rakamlara boğmak istemem kimseyi, ama borç meselesi böyle bir şey işte. Şimdi, tüm kamunun dış borcundaki gelişimine bakalım bir de.

Merkezi yönetim dış borç stokuna, yerel yönetimlerin, kamu bankalarının ve KİT’lerin dış borcunu da eklersek, tüm kamunun dış borcuna ulaşıyoruz. Bu rakam da, 2002 sonunda 64,5 milyar USD iken, 2017 sonunda 136,2 milyar USD oldu. GSYH’ye oranı 2002’de %27,3 iken, 2017’de %16.

Tüm bu rakamların dışında, bir de ‘Hazine Garantili Krediler’ var yurt dışından sağlanan. Onların toplam tutarını da vermeden geçmeyelim: 31.12.2017 itibariyle 13,8 milyar USD.

Neresinden bakarsak bakalım, kamunun dış borcu, özel sektörün dış borcuna göre oldukça düşük. Peki özel sektörün dış borcunu neden önemsiyoruz? Adı üstünde, dış borç, yani döviz cinsinden. Eğer biz döviz kıtlığı yaşayan bir ülkeysek, ki şu ara feci şekilde öyleyiz, döviz cinsinden borcumuz, borçlu her kim olursa olsun, bizi risk altında bırakıyor. Dövizi TCMB matbaasında basamıyoruz ne yazık ki. Hani diyoruz ya, ‘yabancı yatırımcı döviz getirmiyor, olanı da götürmeye çalışıyor, bu da kurları yukarı itiyor’ diye, işte bizim döviz borçlusu özel sektör şirketlerimiz de çoğu zaman benzer bir döviz talebiyle, içeride kuru yukarı itiyor. İşte bu yüzden, şimdilerde, şirketlerin döviz kredisi kullanımlarına sınırlamalar geliyor. (Bireylerin döviz kredisi kullanmaları 2009’dan beri yasak, çok şükür ki!)

Burada, mesele, özel sektörün çok borçlu olmasından ziyade, bu borcun döviz cinsinden olması. Şirketlerimizin, borçlarını geri ödeyebilecek parası olsa bile, ülkede döviz kıtlığı varsa, paralarıyla döviz bulmakta zorlanırlar. Böyle bir durumda, yabancı yatırımcının gözüyle, o borçlu özel sektörmüş, kamuymuş, hiç fark etmez.

Şunu da belirtmeden geçmeyelim: bugüne kadar, ülkemizle ilgili koşulların en olumsuz olduğu dönemlerde bile, Türk bankaları, şirketleri, dışarıdan borç bulmakta fazla sıkıntı çekmediler. Ama sorun, buldukları borcun maliyeti. Kredi notumuz düştükçe, riskimiz arttıkça, hepsine ek olarak ABD’de faizler yükseldikçe, bizim dışarıdan bulduğumuz borcun da faizi yükseliyor. Söylemek istediğime bir örnek vermek gerekirse, Turkcell geçen hafta 10 yıl vadeli bir Eurobond ihracına çıktı. (Eurobond, uluslararası piyasalarda satılan bir tahvil türü; yani, bir tür dış borçlanma aracı.) 500 milyon USD tutarındaki ihraca 1 milyar USD talep geldi. Ama faizi ne kadar? %6 civarında, USD bazında. Hazine’nin, yani Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin 10 yıllık Eurobond faizleri ne kadar? %5,75 civarı; 30 yıllık Türk Eurobond’u da %6,50’nin üzerinde. Bu rakamlar çok yüksek. FED faiz arttırımlarına devam ettikçe, ki edecek, bizde de riskler azalmadıkça, bizim dış borç maliyetlerimiz daha da yükselecek.

İç borcu konuşmayacak mıyız? Elbette konuşacağız, ama orada o kadar da korkutucu bir manzara yok, şimdilik. Şubat 2018 itibariyle, kamunun iç borç stoku 544 milyar TL. 2017 sonunda, 535 milyar TL; 2016 sonunda da 469 milyar TL idi. 2017 yılı boyunca uygulanan genişleyici maliye politikalarına (yani devletin yoğun teşvik uygulamalarına) rağmen, iç borç %14 kadar artmış, ki bu artış da kabaca faiz zaten; yani reel artış çok düşük. Teşviklerin bu yıl da tam gaz devam ettiğini (bakınız bugünün temel gündemi) ve 2019’un da seçim yılı olduğunu düşünürsek, önümüzdeki dönemde iç borç rakamlarının da yakından takip edilmesinde fayda var.

Son olarak, bu borç konusuna, bir de AB kriterleriyle bakmakta fayda var ki, biraz moralimiz yükselsin. Avrupa Birliği’nin üye ve üye adayları için şart koştuğu ekonomik kriterlere ‘Maastricht Kriterleri’ deniyor. Son küresel krizden beri, bu kriterler, tabiri caizse, ‘yalan’ oldu aslında. (Nedenini aşağıdaki tabloda göreceksiniz.) Ama biz, bilhassa bu borç meselesine, Maastricht kriteriyle de bakmayı seviyoruz. Maastricht Kriterleri der ki, “bir ülkenin kamu borcu, GSYH’sinin %60’ını aşamaz”. Kamu borcunun tanımı için de AB’nin kendi formülü var. Türkiye’nin ‘AB tanımlı kamu korcu’, GSYH’sinin %28,3’ü, 2017 sonu itibariyle. 2016 sonunda da tam olarak aynı oran var. Yani, Maastricht Kriterinin oldukça altında. Zaten, kamu borcunun bu seviyelerde olması, bizi yerden yere vuran (çoğu zaman haklı olarak maalesef) kredi derecelendirme kuruluşları tarafından bile övgüyle karşılanıyor.

Karşılaştırmak isterseniz, aşağıda bazı AB ülkelerinin borç rakamlarını görebilirsiniz. (Rakamlar, AB istatistik kurumu Eurostat’tan alınmış en güncel verilerdir.)

Bu ülkeler bu borçla nasıl yaşıyorlar? Çünkü onlar gelişmiş ülke, çünkü o ülkelerin çoğu cari fazla veriyor, çünkü o ülkelerin para birimleri güçlü, çünkü onlar AB üyesi, çünkü, çünkü… Zaten, AB ülkeleri arasında düşük kamu borcu olan kim var diye bakarsak, ya Kuzey Avrupa ülkelerini görüyoruz, ki onlar her konudaki olumlu durumu malum, ya da yakın geçmişte AB üyesi olan, hala bizim gibi gelişmekte olan ülke sınıfında yer alan, Euro yerine kendi ‘zayıf’ para birimini kullanan Doğu Avrupa ülkelerini görüyoruz. Neden? Çünkü onlar, yukarıdaki güçlü AB ülkelerinin ‘lüks’üne henüz sahip değiller.

Paylaşın
Paylaşın
E-posta ile takip edin
Facebook\\\\\\\\\\\\\\\
Twitter\\\\\\\\\\\\\\\
LinkedIn\\\\\\\\\\\\\\\
Google+\\\\\\\\\\\\\\\
http://www.serinadericiyan.com/2018/04/09/su-borc-meselesini-konusalim-artik/

2 yorum

  1. Merhaba Serina

    Yazilarini ilgi ile takip ediyorum ve son derece faydali buluyorum.. acik, yalin ve akici bir anlatimin var ve bu cok sey soyleyen ama birsey soylememeye gayret eden bir suru ekonomist yorumundan cok daha degerli..sana basarilar diliyorum..😊

    Benim sorum su;
    Dış borcun kamu ya da ozel sektor agirlikli olmasi; bizim gibi acik veren ekonomiler acisindan kirilganlik degerlendirmesinde bir fark yaratir mi?

    Gorusmek uzere,

    Ali murat baydas

    1. Merhaba Murat,
      Çok teşekkür ederim güzel değerlendirmen için.
      Dış borç konusunu, salt borç yükü açısından ele alırsak, kamu borcunun düşük olması, ülke için olumlu bir durum. Son yıllarda, makro göstergelere baktığımızda, elimizde kalan tek olumlu gösterge kamu maliyesinin seyri. Yabancılar bile bunun hakkını teslim ediyor. Malum, 90’larda durum tam tersi idi ve çok yüksek kamu borcunun yarattığı çok yüksek kronik enflasyonla yaşayan bir ülke idik.
      Ancak, günümüzün en sıcak konusu olan döviz meselesine gelirsek, dövizdeki kırılganlığımızı yaratan temel faktörler, yüksek cari açığımız ve yüksek dış borcumuz; ve dövizdeki kırılganlığımızı etkileyen dış borcun, kamu ya da özel sektöre ait olması hiç fark etmiyor. Çünkü ülkede döviz sıkıntısı varsa, ister kamu, ister özel sektör, ister bireyler, herkesin döviz talebi kuru yukarı itiyor. Döviz bulmanın zorlaştığı bir ortamda, hem kamunun hem özel sektörün dış yükümlülüklerini yerine getirme riski artıyor. Ülke riski bu şekilde arttıkça da, ülkeye gelen yabancı yatırımlar (özellikle portföy yatırımları ve krediler) azalıyor, borçlanma maliyetleri de artıyor.
      Özetle, mesele döviz kırılganlığıysa, dış borca toplam bakmak gerekiyor.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir